“Nehri dinle, o sana her şeyi anlatacak.” dedi Vesudeva.
- Hermann Hesse, Siddharta
bir not..
Minyatür çömlek fikri; küçüklüğümde oynadığım Fransız porselen minyatür çaydanlık setinin anılarının canlanmasıyla, çıraklık dönemimde kalbime yeniden yerleşerek, "çark”a alıştıkça ustamdan öğrenmeye azmettiğim, sonrasında da kendi çabalarım ve çalışmalarımla hala her gün geliştirdiğim çok uzun soluklu bir projeye dönüştü. Öyle ki ab-ı hayat niteliğindeki bu akışa proje demek çokça hafif kalır. "Kendine dönüş, huzura erme" adına ne dersek diyelim; şu anki bedenimde bana sunulmuş en güzel hediye belki de; çamurla yoğrulmam olmuştur.
Hayatın beni farklı yollardan, hiç tahmin etmediğim zamanlarda getirdiği bu çamursal nokta, bilinçli varoluşumun uyanışında, benim en derin rehberim oldu. Zanaat yolumda kavrula, yana devam ederken bir yandan da aldığım eğitimlerle, sanatın tarihsel sürecinden köklenir buldum kendimi..
Bana göre zanaat; sanat ile iç içe geçmiş ve hatta bütünleyici nitelik taşıyan, vazgeçilmez bir unsurdur. Dolayısıyla bu bağlamda sanata giden yolumu bilakis zanaatten geçirmeye özen göstermekteyim. Her ne kadar “Pueblo” seramiklerine, özellikle öncülerinden Maria Martinez’e ve tabi ki Alev Ebüzziya’nın nefes gibi porselen çanaklarına olan hayranlığımı gizlemesem de; işlerimin oluşum sürecinde çömlekçi ekolünü benimsemeye yatkın olsam da, belli bir akım, uslup takibi yapmaktan kaçınmaktayım. “Kaçınma” hali benim kendimi içsel olarak konumlandırmamla ilgili olup; tassavufi bir yol akış ve arayışında, belli bir sisteme bağlı ve/veya "bağımlılık"tan ziyade, özgür ve dokunsal “içgörü”mün peşinden gitme heyecanımdan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla işlerimdeki önceliğim; çamurla bütünleşerek; uygularken bana, bakarken izleyiciye yaşattığı duygu durumunda yatmaktadır.
Çamur hayatın ta kendisi ve hayat da çamurun..
Günümüze kadar ulaşmış, sözlü, danslı, yazılı, yazısız tüm anlatıların başında gelir.. Toprak Ana, Gaia, Geb, Bhūmī-Devī (VIshnu), Nunam; ve saymakla bitiremeyeceğimiz birçokları. Mitlere göre, dünyamız toprak anadan, bedenimiz çamurdan oluşturulmuştur.. Ve kaçınılmaz olarak, bizi yaratanın bünyemize sirayet etmiş parçasıyla; olanca gücümüzle içimizdekileri dışımıza vurmak isteriz hep.. Aktaramadığımızda ise bu duygu bedenimizi ve ruhumuzu hasta eder. Çamur bu aktarımın gerçekleşmesi için en güçlü araçlardan biridir. Tüm elementleri barındırır bünyesinde. Suyla buluştuğu zaman; her şekle girer ve ateşle buluştuğu zaman; zerrecikler yanar, güçlenir kaskatı olur.. ve şayet kırılırsa kıymetine kıymet katar (Wabi-sabi felsefesi "kintsugi" özetle şöyle der; kalpler kırıldıkça güzelleşir.. Kintsugi; her ne kadar kırılan seramik objeleri birleştirmek adına kullanılan bir teknik olsa da, temelindeki felsefe hayatın her noktasında bizi derinden ilgilendiren bir duygu durumunu sevgiyle kucaklar. Paramparça olmuş kalpler işe yaramaz değildir. Aksine iş bittiğinde -kalp bağlamında iş=zaman diyebiliriz- ortaya tahmin edilemez bir güzellik çıkar. "Perfection of imperfection" (mükemmel olmayandaki mükemmellik). Bundan dolayıdır ki seramik objeler kırıldıkları yerler en belirgin olacak şekilde yeniden birleştirilir ve daha da görünür olması adına kırılma çizgileri altın ile bezenir. Yaralar gizlenmez, gururla taşınır..)
Dolayısıyla her hali ayrı güzeldir çamurun; tıpkı her yaşın, yaşanmışlığın güzelliği gibi. Yaşadıklarımızı yok say(a)mayız, bilakis onları kendimize katar devam ederiz yolumuza.
Anlayışımın bu çamurca döngüsü içersinde.. Amacım salt çömlekçilikten bir adım ötede ya da bir adım geride; çamurla bütünleşmeye, bütünleştirmeye, hatırlamalara, hatıralara vesile olmak..
Yolunuzun bir gün mutlaka çamurdan geçmesi dileklerimle..
Sevgiyle, ışıkla canlar :)